2009 yılında kimi öğrenci, kimi işsiz, kimi çalışan bir grup kadın bir araya gelerek yaşamlarını paylaşmaya başladılar. Onlara göre hepsinin ortak bir noktası vardı: Engelli olmak. Görüştükçe, konuştukça, birbirlerine karıştıkça anladılar ki hepsinin ortak bir noktası daha var: Kadın olmak. Çünkü yaşamları boyunca maruz bırakıldıkları her türlü ayrımcılığı ve ihlali bağladıkları engellilik, bazı sorunlarını açıklamıyordu. Farklıydılar; kadın oldukları için engelli erkeklerden, engelli oldukları için engelsiz kadınlardan.
Yıllarca karma engelli örgütlerinde, engelli erkeklerin tahakkümünde, engellilik mücadelesi verdiler, yönetim hep erkeklerden oluşuyordu. Kadın örgütleri ise engelli kadınlara ulaşamıyordu, farkında değillerdi engelli kadınların. Tıpkı, engelli kadınların kadın olduklarının farkında olmadığı gibi…
İşte bir grup engelli kadının düzenli olarak bir araya gelerek her seferinde farklı bir konuyu tartıştıkları bu toplantılar onlara gösterdi ki, engelli kadınların insan hakları mücadelesi, çoklu ayrımcılıklarla mücadele etmeyi gerektiriyor. Kimi zaman engelli erkekler ile kesişen, kimi zamansa engelsiz kadınlarla kesişen bu mücadele, ancak engelli kadınların örgütlenmesiyle mümkün olabilir.
Farklıyız, farkında mısınız?
Engelli kadınların ve kız çocuklarının şiddetten, sömürüden, baskıdan uzak, her türlü hak ve özgürlüklerinden tam ve eşit olarak faydalanmaları hedefiyle 2011 yılında kurulan Engelli Kadın Derneği (ENGKAD), işte iki yılda oluşan bu ruhun bir ürünü olarak mücadele etmekte.
Türkiye’nin farklı bölgelerindeki toplam 12 ilde 250’den fazla engelli kadınla ve engelli kız çocuğu annesiyle engellilerin insan hakları, ayrımcılık, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddet konularında yapılan atölyeler, ENGKAD’lılara gösterdi ki, engelli kadınlar ve kız çocukları doğdukları andan itibaren ihlallerle dolu bir hayatta yaşamaktalar.
Çünkü ataerkil düzende hane içinde kadının rolü bu kadar değersizken, ikinci bir ayrımcılık temeline sahip olan engelli kadının birey olarak kabul edilmesi ancak uzak bir hayal olmaktadır. Engelli kadın, bir taraftan kadın olduğu için engelli erkeklerin tahakkümüne mahkûm edilmeye çalışılırken, diğer taraftan da ne yazık ki engelli olduğu için yaşamın tüm alanlarında ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Hatta çoğu zaman engelsiz kadınlar tarafından dahi fark edilmemektedir. Çünkü, aslında hem engelli erkeklerden hem de engelsiz kadınlardan farklıdır.
Erişilebilirlik için toplumsal cinsiyet eşitliği
Türkiye’de engelli olmak zor, kadın olmak daha da zor. Engelli Kadın Derneği, tanıştığı, erkek şiddetinden uzaklaşamayan her engelli kadında, toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle eğitim hakkına erişemeyen her engelli kız çocuğunda, Türkiye’de engelli kadın olmanın nasıl olduğunu yeniden öğreniyor. Biliyor ki, engelli kadınların ve kız çocuklarının hak ve özgürlüklerinden eşit ve tam olarak faydalanabilmesi için özel önlemler içeren sosyal politikalar oluşturulmadıkça, öğrenmeye de devam edecek.
Sosyal politika oluşturulurken, kadına yönelik şiddeti önlemek için bazı mekanizmalar geliştirilirken engelli kadınlara ilişkin özel önlemler alınmaz ise, bu mekanizmalar engelli kadınlar için de erişilebilir kılınmaz ise, eğitim hakkına erişim sağlanırken toplumsal cinsiyet eşitsizliği göz ardı edilir ise, aslında tüm bu haklara erişim sağlanmış olmaz ve engelli kadınların hak ve özgürlüklerini kullanmaları engellenmiş olur.
Örneğin, yapılan araştırmalarda, engelli çocukların okullaşma oranının, engelsiz çocuklara göre düşük olduğu görülmektedir. Bu durum yalnızca engellilik açısından değerlendirildiğinde oranın düşük olması toplumdaki engelli algısından, engelliliğe dayalı ayrımcılığa, okulların ve ders materyallerinin erişilebilir olmamasına kadar birçok neden ile açıklanabilir. Engelli bireylerin istihdama katılımının engelsiz bireylere oranla düşük olmasını da yine benzer nedenlerle açıklayabiliriz. Ancak araştırmalarda, engelli kız çocuklarının okullaşma oranının engelli erkek çocuklara göre çok daha düşük olduğunu da görmekteyiz. Peki bunun nedeni nasıl açıklanabilir? Genelde, kız çocuklarının güçsüz, korunmaya muhtaç olması gibi algılar bu duruma neden olmaktadır.1
Yine, çalışma yaşamında engelli kadınların çalışma oranının engelli erkeklere göre çok daha düşük olması, hem açıkladığımız üzere engelli kadınların yeterli eğitim alamamasının hem de ataerkil düzenin kadını kamusal alandan dışlayıp özel alana kapatmasının bir sonucudur. Yani, her ne kadar işyerlerinin fiziki erişilebilirliği sağlansa da makul uyumlaştırma yapılsa da, belki çalışma hakkından faydalanan engelli erkek sayısı artabilir ama toplumsal cinsiyet eşitsizliği ortadan kaldırılmadan bu haktan faydalanan engelli kadın sayısı yeterince artamaz.
Çünkü toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyet kavramının ötesinde tüm cinsiyet algılarının toplum tarafından belirlenmesi anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle, kültürel ve sosyal olarak belirlenen cinsiyet rollerine toplumsal cinsiyet denir. Bu roller davranış kalıplarını, sorumlulukları, paylaşım düzenlerini, kaynaklara ve ayrıcalıklara erişimimizi hatta duyguları da belirler. Ataerkil düzen, kadının topluma yaptığı katkıları görmezden gelerek kadını ikinci cins olarak görür. Kadın, erkeğin belirlediği sınırları aşamaz ve özel alandan kamusal alana kolayca geçemez. Bu sistemde kadın, edilgen, güçsüz, evde olan, korunmaya muhtaç; erkek ise etken, güçlü, dışarıda olan ve koruyan roldedir. Bu roller ise bebeklikten itibaren aile, okul, medya gibi araçlarla bireylere öğretilir ve kadınların ikinci planda kalmasına ve toplum içinde etkin rol alamamasına neden olur.2
Engelli kadın açısından toplumsal cinsiyete baktığımızda ise, bu sistemde engelli kadın aslında yoktur; hiç görünmez.
Çünkü eş olmak, anne olmak, yemek yapmak, çocuk bakmak gibi kadının görevi olarak tanımlanan işleri engelli kadının yapamayacağı düşünülür. Örneğin, engelsiz eşiyle toplum içine giren engelli kadına ilk sorulan soru, “kardeşiniz mi?”, “kuzeniniz mi?”, “babanız mı?” gibi sorulardır. Çünkü engelli kadının engelsiz erkek ile olan ilişkisinin yalnızca akrabalık ilişkisi içerisinde olması beklenir. Yine, engelli kadın bu sistemde, sahiplenilmesi gereken bakım ve koruma nesnesi olarak görünür. Toplumda engelli erkeklere nadiren sorulan “sahibin nerede?” sorusu engelli kadınların tek başlarına kamusal alanda sıkça maruz kaldıkları bir sorudur.
Kadınlar özel alandan kamusal alana geçme mücadelesi verirken, engelli kadınların özel alanda nasıl ve hangi koşullarda var olabilecekleri dahi tartışma konusudur.
Yaşamak için erişmek gerek
Her hakkın korunması, o haktan yararlanmanın sağlanması, aslında topluma tam katılım için bir adım daha atılmış olması anlamına gelmektedir. Televizyonda haber izleyemiyorsanız, izlediğinizde anlayamıyorsanız, topluma tam katılım sağlamamış olursunuz. Topluma tam katılımın sağlanması, erişilebilirliğin sağlanması ile mümkün olacaktır.
Aslında buradan bakılacak olursa, erişilebilirliğin herkes için olduğu görülmektedir. Daha önce yalnızca engelli bireyler için sağlanması gerektiği düşünülen hem fiziki erişim hem de bilgiye erişimin, çocuklar, yaşlılar, bebek arabalı ebeveynler, geçici sakatlık yaşayan kişiler, okuma-yazma bilmeyen bireyler, göçmenler gibi engelli olmayan bireyler için de gerekliliği anlaşılmıştır.
Ataerkil düzen kadını özel alana sıkıştırmışken, engelli kadını özel alanda dahi istemez.
Toplum içinde hak ve özgürlüklerden tam ve eşit olarak faydalanabilmenin anahtarının erişilebilirlik olduğu kabul edilmelidir. Erişilebilirliğin hedefinin kamusal alan olduğu düşünüldüğünde ise mal ve hizmetlere erişim engelli kadınlar özelinde daha da zordur. Örneğin, jinekolojik muayene masaları ve tıbbi görüntüleme cihazlarının fiziksel engelli kadınların erişimine uygun olmaması, işaret dili bilen personel olmaması nedeniyle mahremiyetlerinin korunamaması veya normal bir doğuma izin verilmeyerek sezaryene zorlanmaları engelli kadınların sağlık haklarının ihlal edildiğini göstermektedir.
Yine, seçim sandıklarının erişilebilir olmaması nedeniyle, fiziksel engelli bireylerin kucakta taşınması bir hakkın ihlalini oluştururken, engelli kadınlar açısından tacize uğrama riski de eklenerek birden fazla ihlal ortaya çıkarmakta ve bu tür nedenlerle oy kullanmak istemeyen engelli kadınlar açısından karar alma süreçlerine katılım sağlanmamış olmaktadır.
Engelli bir kadın olmak kimi zaman adalete erişimi de engelleyen bir durum olabilmektedir. Tecavüze uğrayan kadının zihinsel engelli olması, mahkemeler tarafından rıza gösterdiğine dair bir delil sayılabilmektedir.
Engelli kadınların maruz kaldıkları ihlallerin en önemlilerinden biri de şiddettir. Engelli Kadın Derneği olarak 2015 yılında yayımladığımız 2013-2014 Yıllarında Türkiye’de Engelli Kadına Yönelik Şiddet Raporu3 bize gösterdi ki kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmaları tasarlanırken engelli kadınlar akıllara bile gelmemiş. Ne yazık ki tek tipleştirme eğilimi sosyal politika oluşturulurken bile oldukça güçlü. Şöyle bir algı var sanki; şiddet gören ve şiddetle mücadele mekanizmalarından faydalanan kadın, Türk, Müslüman, engelsiz ve heteroseksüel olmalıdır. Oysaki farklı kadınların göz ardı edilmesi ayrımcı bir yaklaşımdır. Çünkü, göçmen kadını, trans kadını veya engelli kadını yok sayarsanız, onları şiddet ortamında yaşamak, hatta, ölene kadar şiddet ortamında yaşamak zorunda bırakırsınız.
Peki, Türkiye’de engelli kadına yönelik şiddetin görünür kılınarak, gerekli özel önlemlerin alınmasını sağlamak amacıyla hazırlamış olduğumuz raporlama çalışması esnasında bizler nelerle karşılaştık?
O yıllarda 14 tane olan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi’nin (ŞÖNİM) hiçbirinin engelli kadınlar için tam erişilebilir olmadığını; şiddetle mücadele mekanizmaları konusunda gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle bilgiye erişimin de sağlanmadığını; 155-156 gibi ihbar hatlarının işitme engelli kadınların erişimine uygun tasarlanmadığını; şiddet gören engelli kadınların her türlü erişim engelini aşarak ŞÖNİM’e başvurdukları durumlarda hizmet değişikliği yapılarak engellilere hizmet veren rehabilitasyon merkezlerine yerleştirildiklerini -ki medya verilerinin analizinden taciz ve tecavüz vakalarının %50’sinin bu tür kapalı kurumlarda gerçekleştiğini- engelli kız çocuğunun, ona bizzat tecavüz eden ve onu para karşılığında erkeklere pazarlayan babasının, aynı zamanda vasi olması nedeniyle mahkemeye mağdur sıfatıyla çağrıldığını gördük.
Tüm bu örneklerden, erişilebilirliğin aslında bir anahtar olduğunu söyleyebiliriz. Erişilebilirlik, topluma katılmanın, temel hak ve özgürlüklerden yararlanmanın anahtarıdır. Eğitim hakkından faydalanmaktan, bazı durumlarda acil ihbar hatlarına ulaşmaya bağlı olan yaşam hakkına kadar tüm insan haklarından eşit olarak faydalanmanın bir anahtarıdır.
Ancak, bu anahtarın doğru kapıyı açması ya da kapıyı bazılarına aralamak yerine toplumdaki tüm bireylere açması insan hak ve özgürlüklerine bütünlükçü bir bakış açısını gerektirmektedir. Engelli hakları kadın haklarından, LGBTİ hakları çocuk haklarından bağımsız değildir.
Toplumsal yaşam çoğunluğun ya da güçlü olanın ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiğinde yaşlı olmak genç olmaktan, engelli olmak engelli olmamaktan, göçmen olmak yerli olmaktan dezavantajlı bir duruma dönüşür. Güçlünün ya da çoğunluğun tercihleri doğrultusunda şekillenen hayat, ayrımcı uygulamalarla, “öteki”lerin hak ve özgürlüklerini tam ve eşit şekilde kullanmalarının önüne geçer. “Öteki” olarak nitelenen “engelli kadınlar”ın hak ve özgürlüklerini kullanabilmelerinin bir anahtarı da erişilebilirliktir. Bu ilke toplumsal yaşamda oturtulmadıkça engelli kadınlar şiddetten, sömürüden, baskıdan uzak özgür ve eşitlikçi bir dünyaya kavuşamazlar.
1 — Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği, (2015). “Erişilebilirlik, eğitim, çalışma hayatı ve sağlık verileri-analizler”. Mevzuattan Uygulamaya Engelli Hakları İzleme Raporu 2014 http://www.engellihaklariizleme.org/tr/files/belgeler/ozet_2014.pdf
2 — Toplumsal Cinsiyet Nedir?, http://www.feministatolye.org. Erişim tarihi: 10.04.2017
3 — Engelli Kadın Derneği, (2015). Türkiye’de Engelli Kadına Yönelik Şiddet Raporu 2013-2014