Engin Yılmaz

16 Nisan Referandumu’nun pek çoğumuz için farklı anlamları oldu; seçim çok tartışıldı ve anlaşılan tartışılmaya da devam edecek. Körler içinse, tüm bu tartışmalara ek olarak başka bir anlamı da vardı bu referandumun: Tek başına oy kullanabilme olanağı. Çoğu kimse için oldukça sıradan ve anayasal güvence altında olan gizli oy hakkı maalesef körler için geçerli değildi. Yasalar körleri bu anayasal hakkın istisnası görüyor ve bir refakatçiyle oy kullanabileceğimize karar veriyordu. Henüz bu yasalarda bir değişiklik yok ama Engelsiz Erişim Derneği yıllardır sürdürdüğü, seçimlerde tek başına oy kullanma hakkı mücadelesi çerçevesinde referandumda kullanılabilecek oy pusulası ebatlarında bir şablon hazırladı ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’na bir dilekçeyle başvurarak bu şablonu kullanmada yasal bir sakınca olmadığı kararını aldırmayı başardı. Bunun üzerine de hazırlanan 5000 adet şablon dileyen kör vatandaşlara dağıtıldı ve sınırlı da olsa körler ilk kez tek başlarına oy kullanma şansına erişmiş oldular. Bu hakkı elde ettiler diyemiyorum halen, çünkü yasalarda ve mevzuatta körlerin tek başına oy kullanması için gerekli tedbirlerin alınacağına dair bir ibare yok. Önümüzdeki günlerdeki mücadele buna yönelik olacak. Şimdi gelin, körler açısından 16 Nisan’a nasıl gelindi, kısaca bakalım. 

Engelsiz Erişim Derneği bir grup olarak 2005 yılında kuruldu. Kuruluş amaçları arasında, bilişimde, ulaşımda, eğitimde, istihdamda ve seçimlerde tam katılımı ve erişilebilirliği sağlamak bulunuyordu.

Seçimlerle ilgili hepimizin ortak düşüncesi refakatçiyle oy kullanmak zorunda olmanın bir kader olmadığıydı. Birçok araştırma ve yazışma yaptıktan sonra Avrupa Parlamentosu seçimlerinde körlerin tek başlarına oy kullanabilmesi için şablon yönteminin uygulandığını öğrendik. Gerçi ABD gibi elektronik seçim yapan ülkelerde de oy kullanma hakkının erişilebilirliği düşünülmüştü, ancak bizde elektronik oylama yürürlükte olmadığı için o tarz çözümleri elemek durumunda kalmıştık.

Şablon yöntemini ilk olarak 2010 civarlarında kendi aramızdaki çalışmalarımızda denedik ve gayet verimli olduğunu keşfettik. Yeri gelmişken biraz açıklayalım. Şablon dediğimiz şey aslında yapılacak seçimlerde kullanılacak oy pusulası ebatlarında hazırlanmış bir tablet. Bu tabletin kapağını kaldırıp pusulayı içine yerleştirdiğimizde her seçenek veya adayın altındaki mühür basılacak noktada kapağın üzerindeki bölmeleri hissediyoruz. Bu bölmelerden istediğimize mührü bastığımızda sorunsuzca oyumuzu kullanmış oluyoruz. Sonrasında pusulayı şablondan çıkarıp zarfın içine koyduğumuzda süreç tamamlanmış oluyor. Şablonda bölmelerin hemen üstünde her aday veya seçenek için Braille alfabesiyle baş harfler veya rakamlar yazabiliyor. Bu biçimde oy pusulasına hiç müdahale etmemiş oluyoruz. 

Gördüğünüz gibi oldukça basit ve pratik bir yöntem. 2010 yılında YSK’ye dilekçeyle başvurarak bu yöntemin gelecek seçimlerde uygulanmasını istedik, sonrasında birkaç görüşme de yaptık ama maalesef sonuç olumlu olmadı. YSK Seçim Kanunu’ndaki ilgili hükümleri önümüze sürerek elinden bir şey gelmediği bahanesini ortaya koyuyordu. Halbuki oy pusulasına bir müdahale olmadığından körler için bir şablon hazırlanmasında aslen bir sıkıntı olmayacaktı, ancak tüm çabalarımıza karşın istediğimizi alamamıştık YSK’den.

Bu sefer farkındalık yaratması açısından kendi faaliyetlerimizde şablon yöntemini kullanmaya başladık. İlk olarak Boğaziçi Üniversitesi Engelli Öğrenci Temsilciliği seçimlerinde sistemi denedik. Sonrasında her yıl Mayıs ayında düzenlediğimiz Selen Özel Bilgi Yarışması’nda şablon sistemini yanıt kağıtlarına uyarladık. Yanıt kağıtlarında bulunan A, B, C ve D şıklarının altındaki bölmelerden yarışmacılar doğru şıkkı işaretliyor, yanıt kağıdını şablondan çıkarıp herkese gösterebiliyordu.

Fotoğraf: www.mersin.bel.tr

2015’e gelip son iki seçim sürecinde de tek başına oy kullanma konusunda bir sonuç alamayınca, Change.org kampanyası başlatmaya karar verdik. Kampanyamız önemli ölçüde destek buldu ve aynı yılın Aralık ayında YSK’den bir randevu aldık. Bu randevuda konuyla ilgili bir çalıştay yapılması kararı alındı ve 2016 yılında söz konusu çalıştay yapıldı. Çalıştay sonrası web sayfalarının erişilebilir hale getirilmesi gibi belli kazanımlar elde etmiş olsak da, 2016 referandumuna geldiğimizde, yine körler için bir düzenleme yapılmadığını izlemek durumunda kaldık. Fakat bu sefer başka bir şeyler yapmak gerektiğini düşünerek, esasen bir STK’nin görevi olmayan bu çalışmaya başladık. Bir YSK temsilcisinden oy pusulasının tam ebatlarını öğrendik önce. Sonra bu ebatlarda el yordamıyla bir şablon hazırlayıp bir körün tek başına nasıl şablonla oy kullanabileceğini videoya aldık ve bir dilekçeyle YSK’ye bu videoyu da gönderdik. Sonuçtan pek ümidimiz yoktu açıkçası, ancak bizim için olumlu bir karar çıktı.

Engelleyen sistem aynen kalıyor, herkes günü kurtarıyor.

Sonrası tam bir maraton. 15 gün içinde binlerce telefon ve e-postayı yanıtlayıp herkese şablon hazırladık. Dernek üyelerimiz, GETEM ve onlarca gönüllü Boğaziçi Üniversitesi öğrencisinin yardımıyla bir iki ufak sorun dışında tüm şablonları isteyenlere göndermeyi başardık.

İşte 16 Nisan’a böyle gelindi. İnsanların aklında “Acaba YSK bu şablonu kullanmamıza izin verir mi?” tarzında sorular olmasına karşın ciddi bir problem çıkmadı ve dileyen herkes oyunu şablon yardımıyla tek başına kullanmanın hazzını yaşadı.

Peki, bu kazanım neden o derece önemliydi? Yanımızda hiç mi güvenebileceğimiz kimse yoktu? Onca ayrımcı muamele, istihdam sorunları, temel erişilebilirlik engelleri dururken, böyle bir mücadeleye değer miydi? Dilerseniz yazının kalan kısmını benzer soruların yanıtlarına ayırayım.

Sakatlık alanında yapılan hizmetlere ve çalışmalara bakarsak, genellikle yardım odaklı politikalar izlendiğini gözlemleyebiliriz. Sınavlar için körlere okuyucu verilmesi, metro ve alışveriş merkezlerinde refakatçiye yönelik çalışmalar, bankalarda tanık bulundurma konusuyla ilgili ısrar hep aynı düşünce yapısının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor: Sakat biri eksikliklere sahip olduğundan olağan işleri tek başına yapabilmesi mümkün değildir, o yüzden korunmalı kollanmalıdır. Birçok yasa ve mevzuatta da sakatların korunması ve himaye edilmesine yönelik ibareler görürseniz şaşırmayın.

Böyle bir anlayış ise, sorunları günlük olarak çözme potansiyeli taşıyor. Kişilerin istedikleri alanlara engelsiz erişimini sağlayacak sistemsel değişiklikler yapılmıyor. Örneğin bir üniversitede sakat biri herhangi bir dersliğe merdivenler nedeniyle ulaşamıyorsa, en iyi ihtimalle ortaya konan çözüm dersliğin yerini değiştirmek olabiliyor.

Otobüslerde ve duraklarda halen gelen araç ve istasyonun ne olduğu çoğu zaman birine sorulup öğrenilmek durumunda kalınıyor. Daha komiği, birçok şoför otobüslerde sesli anons olduğu halde bunu açmıyor ve yalnızca bir kör otobüse binerse bu anonsu açıyor

Seçim döneminde çoğu belediye bu sefer sakatları ücretsiz sandıklara taşıyacakları yönünde reklamlar yapıyor, ilanlar yayınlıyor. Bir tek onlar mı? Bizzat bazı sakat örgütleri de yardım odaklı mesajlar veren duyurulardan zevk alıyor. Daha geçenlerde bir ilan gördüm, sakat birinin dışarı çıkması, sinemaya gitmesi, alışveriş yapabilmesi için bizim bir telefonumuz yetiyormuş. Yani çevresel engellerin ortadan kaldırılması değil, bizim bir telefonumuzla alınacak tekerlekli sandalye her şeyi çözüyormuş. Sokaklardaki müzik grupları, gerçekleşmeyen ama biletleri satılan tiyatro ve konserler, derneklerde hizmet adı altında dağıtılan erzak ve giyecekler…

Tüm bunlar yardım odaklı bir paradigmanın farklı örnekleri. Mesaj açık: Eksik olan birine tam olan birinin yaptığı yardım ve karşısında duyulan minnet. “İyi de ne var bunda?” diyebilirsiniz. “Anlık olarak kişinin belli sorunları çözülmüyor mu?” Belki de “evet”, bu sorunun yanıtı. Ancak toplumun sakatlara bakış açısı aynı kalıyor: Yardım eden sağlamlar ve yardım edilen sağlam olmayanlar. Sağlam, yaptıklarını bir çeşit avunma, şükretme aracı olarak görürken sakatın da yapılana teşekkür edip nankörlük etmemesi bekleniyor.

Belirli engellerin yalnızca o anlık ortadan kaldırıldığı bir gerçek. Örneğin, ertesi yıl aynı derslikte yine başka bir derse katılan bir sakat, bu sefer sınıfın yeri değiştirilemediği için devamsızlıktan dersi geçemeyebiliyor. Otobüse bindiğinde, kendisini fark etmediği için anonsu açmayan şoför nedeniyle bir kör, ineceği durağı geçebiliyor. Hastanede işaret dili bilen kalıcı personel çalıştırılmadığı için sağır bir hasta, hastalığı konusunda iletişim kuramayabiliyor.

İşte tam da bu yüzden, biz sivil toplum kuruluşları ve sakatlık alanında politikalar geliştirenlerin yeni bir paradigmaya ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. Bu paradigma bağımsız yaşamı ve bağımsız yaşam becerilerini destekleyecek kalıcı çözümleri sunmalı. Sınavlarda okuyucu değil, erişilebilir bir sınav sistemiyle tek başına kalmayı bir seçenek olarak önümüze koymalı. Bankalarda tanığı değil, sözleşmeyi tek başına okuyabileceğimiz bilişim önerilerini karşımıza çıkarmalı. İşaret dili tercümanlarını bir lütuf olarak değil, her kurumda bir zorunluluk olarak ele almalı. Binalardaki fiziksel sorunları çözmek için oraya sakat birinin gelmesini beklememeli.

Tüm bu anlattıklarımın seçimlerle ne ilgisi mi var? Çok fazla. Seçimlerde tek başına oy kullanma deneyimi sonrası hemen bir anket hazırlayıp sitemize koyduk. Birkaç gün içinde ankete katılan 79 kişinin verilerini topladık ve analiz ettik. Çıkan sonuçlar aslında ne demek istediğimi gayet iyi açıklıyor.

Her şeyden önce 79 kişinin 69’u verilen oy şablonunu tek başına kabine girip sorunsuzca kullandığını söylüyor. 7 kişi de yine şablonu kullanmış ama sonucu birine göstererek emin olmak istemiş. Yalnızca 3 kişi şablon kullanmayıp eski yöntemi uyguladığını yani bir refakatçiyle oy kullandığını belirtiyor. Bu sonuçlar, bağımsız ve engelsiz oy kullanmaya ne büyük bir açlık olduğunu net biçimde ortaya koyuyor.

Bağımsız yaşam paradigmasını destekleyen asıl gösterge ise oy şablonu kullananların ne hissettiklerini sorduğumuzda gelen yanıtlarda gizli. Anketimizde katılımcılara, bir şablon ile oy kullanmanın kendilerine ne hissettirdiğini sorduk, ancak bu soruya yanıt vermeyi zorunlu kılmadık. Yani katılımcılar bu soruyu boş bırakarak da anketi tamamlama olanağına sahiplerdi. Buna karşın, 79 katılımcıdan 62’si söz konusu soruya yanıt vermiş.

Bizler de iki farklı değerlendiriciyle açık uçlu bu yanıtları kodladık. Kodlamalar karşılaştırıldığında değerlendiriciler arası güvenilirlik %100 olarak gerçekleşti. Yani iki farklı değerlendirici yanıtları aynı biçimde kodladı. Buna göre gelen yanıtlar 5 ana kategoride gruplandı. Bunlar sırasıyla; bağımsızlık, mutluluk ve coşku, eşitlik ve bağımsızlık, eşitlik ve herkes gibi olma, gerilim ve merak oldu. Aşağıdaki tabloda her bir kategorideki katılımcı sayısını görebilirsiniz.

Toplam Katılımcı sayısı79
Yanıt veren katılımcı sayısı62
Bağımsızlık37
Mutluluk ve coşku12
Eşitlik ve bağımsızlık9
Eşitlik ve herkes gibi olma           3
Merak ve gerilim            1

Görüldüğü üzere yanıt veren 62 katılımcıdan 46’sı bir biçimde tek başına oy kullanmayı bağımsızlık ve özgürlük olarak yorumlamışlar. Bu kişilerden 9 tanesi bağımsızlık ve eşitlik kavramlarını bir arada düşünmüş. Buna ek olarak 3 kişi içinse eşitlik ve herkes gibi olma birincil tema olarak verilerimize girmiş.

Esasında bu bulgular 2015 yılı Kasım ayında tamamladığım Körlükte Engellilik Algısı Olgusu başlıklı tezimin verileriyle de uyuşuyor.1 Bu tezdeki sonuçlar engellilik algısının, bağımsız yaşam becerileri ve imkanları arttıkça daha olumlu hale geldiğini gösteriyordu. Anlaşılıyor ki, anketimizin katılımcıları da seçimlerdeki bu imkânı bir bağımsızlık göstergesi olarak yorumlamışlar. Bir katılımcının söyledikleri, durumu daha iyi anlatacak:

Şablonla oy kullanırken inanılmaz bir tatmin duygusu hissettim. Bu duygu neredeyse bastonumu ilk elime alıp yola koyulduğumda hissettiğim duyguyla aynıydı. Uzun zamandır erişilebilir şekilde yapamadığım bir şeyi sonunda yapabilmek beni memnun etti. Ayrıca, oyumu hiç kimseye söylemeden, gizli bir şekilde kullandım. Yasalarca güvence altına alınmış haklarımdan faydalandım yani. Gizli oy benim için çok önemli bir konuydu. Kimseye bağımlı kalmadan oyumu kullandığım için oyumun geçerliliğine dair aklımda hiçbir soru işareti yok.

Bir başka katılımcı üçüncü bir kimseye muhtaç olmamanın kendisi için ne denli önemli olduğunu ise şöyle anlatıyordu:

Daha önceki oy kullanmalarımda kabine ilerler yakınım olan kişi, kararımı bildiği için oy kullanma sürecini tamamlar. Ben ise kenarda kendimi aciz, etkisiz hissederdim. Şimdi kabine girdim. Büyük bir zevkle oy kabininin açık kısmındaki perdeyi de çekerek. Seçimimi yaptığımda kendimi yetişkin bir kişi gibi hissettim.

Hissedilen bağımsızlık coşkusunu daha iyi anlatmak için, farklı bir katılımcının şu sözleri de faydalı olacak sanırım: “Nefes almak gibiydi. Kendi zamanımdı, kendi kararımdı ve kendi imzam kadar netti.”

Burada bağımsızlığın körlerce nasıl tanımlandığı önemli. Bizler için bağımsızlık, kendi kaderini başkasının eline teslim etmemek, doğrusuyla yanlışıyla, kendi eylemlerinin sonuçlarını yaşamak şeklinde nitelenebilir. Kişiler bu duyguyu hissettiklerinde, toplumca empoze edilen eksik olmak, yarım olmak anlayışından kurtulmaya başlıyor ve kendini yalnızca farklı yöntemler kullanan herkes kadar tam veya eksik birey olarak algılamaya yönleniyor. Tezimde bu algıyı yaratan unsurlar, ilk kez kendi başına beyaz bastonunu alıp dışarı çıkmak, ilk defa kendi kitabını, gazetesini okumak, kendi ödevini tek başına yapabilmek gibi anılarla kendini göstermişti.

İşte seçimlerde tek başına oy kullanabilmenin anlamı da bu ilklerle benzerlik taşıyor. Mesele yalnızca demokratik bir anayasal hakkın kullanımı değil. Attıkları böyle bir adım, körlerin, yalnızca birilerinin yardımıyla bir şeyleri başarabilecekleri yönünde kendilerine dayatılan algıyı içsel olarak daha da çok sorgulamalarına ve zinciri kırmalarına yardım ediyor. Yani, bankadan tek başına para çekmek, sesli ışıklardan karşıya geçmek, kimseye sormadan bir durakta inmek, okuyucu olmadan sınav olmak, tek başına oy kullanabilmek gibi en azından herkes kadar bağımsız tamamladıkları günlük aktiviteler sakatlığın bir eksiklik değil farklılık olduğu yönündeki inancın içselleşmesini sağlıyor.

Tüm bunlar beni tekrar yazının başlığına getiriyor. Seçimlerde bir pilot çalışma olarak uyguladığımız ve kurumsallaşması, yasal garanti altına alınması için mücadele etmemiz gereken tek başına oy kullanma hakkı, temelde hepimiz için yeni bir paradigmanın işaretlerini taşıyor: Bağımsızlık. Bu yüzden de sivil toplum kuruluşları ve sakatlık alanında politika geliştirenler, günü kurtaracak yardım odaklı çözümleri değil, kişileri daha bağımsız kılacak çözümleri öncelemeliler. Bu inançla, erişilebilirlik sözümüzün son dizesini tekrarlayarak bitiriyorum yazımı:

Tüm yaşamı eşit, erişilebilir, engelsiz kılıncaya dek mücadele etmeye devam edeceğiz.


1-Yılmaz, Engin (2015). ​The phenomenon of disability perception in blindness​, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans/Doktora Tezi). Boğaziçi Üniversitesi​,​ Sosyal Bilimler Enstitüsü​,​ Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı​, İstanbul​.

Engin Yılmaz

16 Nisan Referandumu’nun pek çoğumuz için farklı anlamları oldu; seçim çok tartışıldı ve anlaşılan tartışılmaya da devam edecek. Körler içinse, tüm bu tartışmalara ek olarak başka bir anlamı da vardı bu referandumun: Tek başına oy kullanabilme olanağı. Çoğu kimse için oldukça sıradan ve anayasal güvence altında olan gizli oy hakkı maalesef körler için geçerli değildi. Yasalar körleri bu anayasal hakkın istisnası görüyor ve bir refakatçiyle oy kullanabileceğimize karar veriyordu. Henüz bu yasalarda bir değişiklik yok ama Engelsiz Erişim Derneği yıllardır sürdürdüğü, seçimlerde tek başına oy kullanma hakkı mücadelesi çerçevesinde referandumda kullanılabilecek oy pusulası ebatlarında bir şablon hazırladı ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’na bir dilekçeyle başvurarak bu şablonu kullanmada yasal bir sakınca olmadığı kararını aldırmayı başardı. Bunun üzerine de hazırlanan 5000 adet şablon dileyen kör vatandaşlara dağıtıldı ve sınırlı da olsa körler ilk kez tek başlarına oy kullanma şansına erişmiş oldular. Bu hakkı elde ettiler diyemiyorum halen, çünkü yasalarda ve mevzuatta körlerin tek başına oy kullanması için gerekli tedbirlerin alınacağına dair bir ibare yok. Önümüzdeki günlerdeki mücadele buna yönelik olacak. Şimdi gelin, körler açısından 16 Nisan’a nasıl gelindi, kısaca bakalım. 

Engelsiz Erişim Derneği bir grup olarak 2005 yılında kuruldu. Kuruluş amaçları arasında, bilişimde, ulaşımda, eğitimde, istihdamda ve seçimlerde tam katılımı ve erişilebilirliği sağlamak bulunuyordu.

Seçimlerle ilgili hepimizin ortak düşüncesi refakatçiyle oy kullanmak zorunda olmanın bir kader olmadığıydı. Birçok araştırma ve yazışma yaptıktan sonra Avrupa Parlamentosu seçimlerinde körlerin tek başlarına oy kullanabilmesi için şablon yönteminin uygulandığını öğrendik. Gerçi ABD gibi elektronik seçim yapan ülkelerde de oy kullanma hakkının erişilebilirliği düşünülmüştü, ancak bizde elektronik oylama yürürlükte olmadığı için o tarz çözümleri elemek durumunda kalmıştık.

Şablon yöntemini ilk olarak 2010 civarlarında kendi aramızdaki çalışmalarımızda denedik ve gayet verimli olduğunu keşfettik. Yeri gelmişken biraz açıklayalım. Şablon dediğimiz şey aslında yapılacak seçimlerde kullanılacak oy pusulası ebatlarında hazırlanmış bir tablet. Bu tabletin kapağını kaldırıp pusulayı içine yerleştirdiğimizde her seçenek veya adayın altındaki mühür basılacak noktada kapağın üzerindeki bölmeleri hissediyoruz. Bu bölmelerden istediğimize mührü bastığımızda sorunsuzca oyumuzu kullanmış oluyoruz. Sonrasında pusulayı şablondan çıkarıp zarfın içine koyduğumuzda süreç tamamlanmış oluyor. Şablonda bölmelerin hemen üstünde her aday veya seçenek için Braille alfabesiyle baş harfler veya rakamlar yazabiliyor. Bu biçimde oy pusulasına hiç müdahale etmemiş oluyoruz. 

Gördüğünüz gibi oldukça basit ve pratik bir yöntem. 2010 yılında YSK’ye dilekçeyle başvurarak bu yöntemin gelecek seçimlerde uygulanmasını istedik, sonrasında birkaç görüşme de yaptık ama maalesef sonuç olumlu olmadı. YSK Seçim Kanunu’ndaki ilgili hükümleri önümüze sürerek elinden bir şey gelmediği bahanesini ortaya koyuyordu. Halbuki oy pusulasına bir müdahale olmadığından körler için bir şablon hazırlanmasında aslen bir sıkıntı olmayacaktı, ancak tüm çabalarımıza karşın istediğimizi alamamıştık YSK’den.

Bu sefer farkındalık yaratması açısından kendi faaliyetlerimizde şablon yöntemini kullanmaya başladık. İlk olarak Boğaziçi Üniversitesi Engelli Öğrenci Temsilciliği seçimlerinde sistemi denedik. Sonrasında her yıl Mayıs ayında düzenlediğimiz Selen Özel Bilgi Yarışması’nda şablon sistemini yanıt kağıtlarına uyarladık. Yanıt kağıtlarında bulunan A, B, C ve D şıklarının altındaki bölmelerden yarışmacılar doğru şıkkı işaretliyor, yanıt kağıdını şablondan çıkarıp herkese gösterebiliyordu.

Fotoğraf: www.mersin.bel.tr

2015’e gelip son iki seçim sürecinde de tek başına oy kullanma konusunda bir sonuç alamayınca, Change.org kampanyası başlatmaya karar verdik. Kampanyamız önemli ölçüde destek buldu ve aynı yılın Aralık ayında YSK’den bir randevu aldık. Bu randevuda konuyla ilgili bir çalıştay yapılması kararı alındı ve 2016 yılında söz konusu çalıştay yapıldı. Çalıştay sonrası web sayfalarının erişilebilir hale getirilmesi gibi belli kazanımlar elde etmiş olsak da, 2016 referandumuna geldiğimizde, yine körler için bir düzenleme yapılmadığını izlemek durumunda kaldık. Fakat bu sefer başka bir şeyler yapmak gerektiğini düşünerek, esasen bir STK’nin görevi olmayan bu çalışmaya başladık. Bir YSK temsilcisinden oy pusulasının tam ebatlarını öğrendik önce. Sonra bu ebatlarda el yordamıyla bir şablon hazırlayıp bir körün tek başına nasıl şablonla oy kullanabileceğini videoya aldık ve bir dilekçeyle YSK’ye bu videoyu da gönderdik. Sonuçtan pek ümidimiz yoktu açıkçası, ancak bizim için olumlu bir karar çıktı.

Engelleyen sistem aynen kalıyor, herkes günü kurtarıyor.

Sonrası tam bir maraton. 15 gün içinde binlerce telefon ve e-postayı yanıtlayıp herkese şablon hazırladık. Dernek üyelerimiz, GETEM ve onlarca gönüllü Boğaziçi Üniversitesi öğrencisinin yardımıyla bir iki ufak sorun dışında tüm şablonları isteyenlere göndermeyi başardık.

İşte 16 Nisan’a böyle gelindi. İnsanların aklında “Acaba YSK bu şablonu kullanmamıza izin verir mi?” tarzında sorular olmasına karşın ciddi bir problem çıkmadı ve dileyen herkes oyunu şablon yardımıyla tek başına kullanmanın hazzını yaşadı.

Peki, bu kazanım neden o derece önemliydi? Yanımızda hiç mi güvenebileceğimiz kimse yoktu? Onca ayrımcı muamele, istihdam sorunları, temel erişilebilirlik engelleri dururken, böyle bir mücadeleye değer miydi? Dilerseniz yazının kalan kısmını benzer soruların yanıtlarına ayırayım.

Sakatlık alanında yapılan hizmetlere ve çalışmalara bakarsak, genellikle yardım odaklı politikalar izlendiğini gözlemleyebiliriz. Sınavlar için körlere okuyucu verilmesi, metro ve alışveriş merkezlerinde refakatçiye yönelik çalışmalar, bankalarda tanık bulundurma konusuyla ilgili ısrar hep aynı düşünce yapısının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor: Sakat biri eksikliklere sahip olduğundan olağan işleri tek başına yapabilmesi mümkün değildir, o yüzden korunmalı kollanmalıdır. Birçok yasa ve mevzuatta da sakatların korunması ve himaye edilmesine yönelik ibareler görürseniz şaşırmayın.

Böyle bir anlayış ise, sorunları günlük olarak çözme potansiyeli taşıyor. Kişilerin istedikleri alanlara engelsiz erişimini sağlayacak sistemsel değişiklikler yapılmıyor. Örneğin bir üniversitede sakat biri herhangi bir dersliğe merdivenler nedeniyle ulaşamıyorsa, en iyi ihtimalle ortaya konan çözüm dersliğin yerini değiştirmek olabiliyor.

Otobüslerde ve duraklarda halen gelen araç ve istasyonun ne olduğu çoğu zaman birine sorulup öğrenilmek durumunda kalınıyor. Daha komiği, birçok şoför otobüslerde sesli anons olduğu halde bunu açmıyor ve yalnızca bir kör otobüse binerse bu anonsu açıyor

Seçim döneminde çoğu belediye bu sefer sakatları ücretsiz sandıklara taşıyacakları yönünde reklamlar yapıyor, ilanlar yayınlıyor. Bir tek onlar mı? Bizzat bazı sakat örgütleri de yardım odaklı mesajlar veren duyurulardan zevk alıyor. Daha geçenlerde bir ilan gördüm, sakat birinin dışarı çıkması, sinemaya gitmesi, alışveriş yapabilmesi için bizim bir telefonumuz yetiyormuş. Yani çevresel engellerin ortadan kaldırılması değil, bizim bir telefonumuzla alınacak tekerlekli sandalye her şeyi çözüyormuş. Sokaklardaki müzik grupları, gerçekleşmeyen ama biletleri satılan tiyatro ve konserler, derneklerde hizmet adı altında dağıtılan erzak ve giyecekler…

Tüm bunlar yardım odaklı bir paradigmanın farklı örnekleri. Mesaj açık: Eksik olan birine tam olan birinin yaptığı yardım ve karşısında duyulan minnet. “İyi de ne var bunda?” diyebilirsiniz. “Anlık olarak kişinin belli sorunları çözülmüyor mu?” Belki de “evet”, bu sorunun yanıtı. Ancak toplumun sakatlara bakış açısı aynı kalıyor: Yardım eden sağlamlar ve yardım edilen sağlam olmayanlar. Sağlam, yaptıklarını bir çeşit avunma, şükretme aracı olarak görürken sakatın da yapılana teşekkür edip nankörlük etmemesi bekleniyor.

Belirli engellerin yalnızca o anlık ortadan kaldırıldığı bir gerçek. Örneğin, ertesi yıl aynı derslikte yine başka bir derse katılan bir sakat, bu sefer sınıfın yeri değiştirilemediği için devamsızlıktan dersi geçemeyebiliyor. Otobüse bindiğinde, kendisini fark etmediği için anonsu açmayan şoför nedeniyle bir kör, ineceği durağı geçebiliyor. Hastanede işaret dili bilen kalıcı personel çalıştırılmadığı için sağır bir hasta, hastalığı konusunda iletişim kuramayabiliyor.

İşte tam da bu yüzden, biz sivil toplum kuruluşları ve sakatlık alanında politikalar geliştirenlerin yeni bir paradigmaya ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. Bu paradigma bağımsız yaşamı ve bağımsız yaşam becerilerini destekleyecek kalıcı çözümleri sunmalı. Sınavlarda okuyucu değil, erişilebilir bir sınav sistemiyle tek başına kalmayı bir seçenek olarak önümüze koymalı. Bankalarda tanığı değil, sözleşmeyi tek başına okuyabileceğimiz bilişim önerilerini karşımıza çıkarmalı. İşaret dili tercümanlarını bir lütuf olarak değil, her kurumda bir zorunluluk olarak ele almalı. Binalardaki fiziksel sorunları çözmek için oraya sakat birinin gelmesini beklememeli.

Tüm bu anlattıklarımın seçimlerle ne ilgisi mi var? Çok fazla. Seçimlerde tek başına oy kullanma deneyimi sonrası hemen bir anket hazırlayıp sitemize koyduk. Birkaç gün içinde ankete katılan 79 kişinin verilerini topladık ve analiz ettik. Çıkan sonuçlar aslında ne demek istediğimi gayet iyi açıklıyor.

Her şeyden önce 79 kişinin 69’u verilen oy şablonunu tek başına kabine girip sorunsuzca kullandığını söylüyor. 7 kişi de yine şablonu kullanmış ama sonucu birine göstererek emin olmak istemiş. Yalnızca 3 kişi şablon kullanmayıp eski yöntemi uyguladığını yani bir refakatçiyle oy kullandığını belirtiyor. Bu sonuçlar, bağımsız ve engelsiz oy kullanmaya ne büyük bir açlık olduğunu net biçimde ortaya koyuyor.

Bağımsız yaşam paradigmasını destekleyen asıl gösterge ise oy şablonu kullananların ne hissettiklerini sorduğumuzda gelen yanıtlarda gizli. Anketimizde katılımcılara, bir şablon ile oy kullanmanın kendilerine ne hissettirdiğini sorduk, ancak bu soruya yanıt vermeyi zorunlu kılmadık. Yani katılımcılar bu soruyu boş bırakarak da anketi tamamlama olanağına sahiplerdi. Buna karşın, 79 katılımcıdan 62’si söz konusu soruya yanıt vermiş.

Bizler de iki farklı değerlendiriciyle açık uçlu bu yanıtları kodladık. Kodlamalar karşılaştırıldığında değerlendiriciler arası güvenilirlik %100 olarak gerçekleşti. Yani iki farklı değerlendirici yanıtları aynı biçimde kodladı. Buna göre gelen yanıtlar 5 ana kategoride gruplandı. Bunlar sırasıyla; bağımsızlık, mutluluk ve coşku, eşitlik ve bağımsızlık, eşitlik ve herkes gibi olma, gerilim ve merak oldu. Aşağıdaki tabloda her bir kategorideki katılımcı sayısını görebilirsiniz.

Toplam Katılımcı sayısı79
Yanıt veren katılımcı sayısı62
Bağımsızlık37
Mutluluk ve coşku12
Eşitlik ve bağımsızlık9
Eşitlik ve herkes gibi olma           3
Merak ve gerilim            1

Görüldüğü üzere yanıt veren 62 katılımcıdan 46’sı bir biçimde tek başına oy kullanmayı bağımsızlık ve özgürlük olarak yorumlamışlar. Bu kişilerden 9 tanesi bağımsızlık ve eşitlik kavramlarını bir arada düşünmüş. Buna ek olarak 3 kişi içinse eşitlik ve herkes gibi olma birincil tema olarak verilerimize girmiş.

Esasında bu bulgular 2015 yılı Kasım ayında tamamladığım Körlükte Engellilik Algısı Olgusu başlıklı tezimin verileriyle de uyuşuyor.1 Bu tezdeki sonuçlar engellilik algısının, bağımsız yaşam becerileri ve imkanları arttıkça daha olumlu hale geldiğini gösteriyordu. Anlaşılıyor ki, anketimizin katılımcıları da seçimlerdeki bu imkânı bir bağımsızlık göstergesi olarak yorumlamışlar. Bir katılımcının söyledikleri, durumu daha iyi anlatacak:

Şablonla oy kullanırken inanılmaz bir tatmin duygusu hissettim. Bu duygu neredeyse bastonumu ilk elime alıp yola koyulduğumda hissettiğim duyguyla aynıydı. Uzun zamandır erişilebilir şekilde yapamadığım bir şeyi sonunda yapabilmek beni memnun etti. Ayrıca, oyumu hiç kimseye söylemeden, gizli bir şekilde kullandım. Yasalarca güvence altına alınmış haklarımdan faydalandım yani. Gizli oy benim için çok önemli bir konuydu. Kimseye bağımlı kalmadan oyumu kullandığım için oyumun geçerliliğine dair aklımda hiçbir soru işareti yok.

Bir başka katılımcı üçüncü bir kimseye muhtaç olmamanın kendisi için ne denli önemli olduğunu ise şöyle anlatıyordu:

Daha önceki oy kullanmalarımda kabine ilerler yakınım olan kişi, kararımı bildiği için oy kullanma sürecini tamamlar. Ben ise kenarda kendimi aciz, etkisiz hissederdim. Şimdi kabine girdim. Büyük bir zevkle oy kabininin açık kısmındaki perdeyi de çekerek. Seçimimi yaptığımda kendimi yetişkin bir kişi gibi hissettim.

Hissedilen bağımsızlık coşkusunu daha iyi anlatmak için, farklı bir katılımcının şu sözleri de faydalı olacak sanırım: “Nefes almak gibiydi. Kendi zamanımdı, kendi kararımdı ve kendi imzam kadar netti.”

Burada bağımsızlığın körlerce nasıl tanımlandığı önemli. Bizler için bağımsızlık, kendi kaderini başkasının eline teslim etmemek, doğrusuyla yanlışıyla, kendi eylemlerinin sonuçlarını yaşamak şeklinde nitelenebilir. Kişiler bu duyguyu hissettiklerinde, toplumca empoze edilen eksik olmak, yarım olmak anlayışından kurtulmaya başlıyor ve kendini yalnızca farklı yöntemler kullanan herkes kadar tam veya eksik birey olarak algılamaya yönleniyor. Tezimde bu algıyı yaratan unsurlar, ilk kez kendi başına beyaz bastonunu alıp dışarı çıkmak, ilk defa kendi kitabını, gazetesini okumak, kendi ödevini tek başına yapabilmek gibi anılarla kendini göstermişti.

İşte seçimlerde tek başına oy kullanabilmenin anlamı da bu ilklerle benzerlik taşıyor. Mesele yalnızca demokratik bir anayasal hakkın kullanımı değil. Attıkları böyle bir adım, körlerin, yalnızca birilerinin yardımıyla bir şeyleri başarabilecekleri yönünde kendilerine dayatılan algıyı içsel olarak daha da çok sorgulamalarına ve zinciri kırmalarına yardım ediyor. Yani, bankadan tek başına para çekmek, sesli ışıklardan karşıya geçmek, kimseye sormadan bir durakta inmek, okuyucu olmadan sınav olmak, tek başına oy kullanabilmek gibi en azından herkes kadar bağımsız tamamladıkları günlük aktiviteler sakatlığın bir eksiklik değil farklılık olduğu yönündeki inancın içselleşmesini sağlıyor.

Tüm bunlar beni tekrar yazının başlığına getiriyor. Seçimlerde bir pilot çalışma olarak uyguladığımız ve kurumsallaşması, yasal garanti altına alınması için mücadele etmemiz gereken tek başına oy kullanma hakkı, temelde hepimiz için yeni bir paradigmanın işaretlerini taşıyor: Bağımsızlık. Bu yüzden de sivil toplum kuruluşları ve sakatlık alanında politika geliştirenler, günü kurtaracak yardım odaklı çözümleri değil, kişileri daha bağımsız kılacak çözümleri öncelemeliler. Bu inançla, erişilebilirlik sözümüzün son dizesini tekrarlayarak bitiriyorum yazımı:

Tüm yaşamı eşit, erişilebilir, engelsiz kılıncaya dek mücadele etmeye devam edeceğiz.


1-Yılmaz, Engin (2015). ​The phenomenon of disability perception in blindness​, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans/Doktora Tezi). Boğaziçi Üniversitesi​,​ Sosyal Bilimler Enstitüsü​,​ Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı​, İstanbul​.

DÖN