Gece saat 2:00. Rüzgar sert esiyor. Yunanistan’ın Samos Adası ile Ayvalık arasında açık denizde, turuncu şişme bir bot… Her dalgada sallanıyor; önce yukarı kalkıp sonra aşağı iniyor. Her inişte bot biraz daha su alıyor. İçinde yaklaşık 35 kişi. Saymak zor. Herkes iç içe. Bir süre sonra sayı 40’a çıkıyor. İkisi bebek beş çocuk beliriveriyor.

Benzer durum her gün birkaç kere yaşanıyor.

Bu bir gözlem yazısı; ya da Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis’in iddia ettiği gibi bir yanlış bilgi verme kampanyası da olabilir. Yazı, Ege Denizi’nde Ayvalık açıklarında geçen dört gündüz ve gecenin ardından gördüklerime ve dinlediğim sığınmacıların anlattıklarına dayanıyor. Konu Yunanistan’ın “push back” yani “geri itme” uygulamaları. Bu uygulamaların yeni başladığını söylemek tabii ki mümkün değil. Uzun bir süredir hâkim olan politika, “sınır kontrolünü sınırların ötesine taşımak.” Ancak “geri itme” uygulamalarının son dönemde daha agresif ve sistematik olduklarını söyleyebilir miyiz? Bu deneyimi yaşayan mültecilere göre “evet, söyleyebiliriz.”

Sahada geçen dört gün içinde her gün, günde en az iki vaka olmak üzere geri itme vakaları yaşandı. O sığınmacılarla buna birkaç ay önce maruz kalmış olanların anlattıkları fazlaca benzerlik gösteriyor.

Khaled ile Basmane’de, geri itilmeye maruz kalmış sığınmacıları ararken karşılaşıyorum. Çat pat Türkçesiyle bana söylediği ilk şey olayın tarihi: 13 Mayıs 2020.

13 Mayıs günü sabaha karşı 4:00 gibi Türkiye tarafından Yunanistan’a, Samos Adası’na doğru yola çıkıyorlar. Botta 35 kişi var. Türkiye kıyısından Samos Adası’nın arasındaki mesafe yaklaşık 32 kilometre. Khaled’in içinde bulunduğu botun adaya varmasına dört-beş kilometre kala önce üstlerinden bir uçak geçiyor. Khaled bu uçağın onları Yunan sahil güvenliğine ihbar ettiğini söylüyor. Ve sonrasında olaylar başlıyor. Uçağın geçişinden 10 dakika sonra büyük bir gemi Khaled’lerin botuna yaklaşıp saldırmaya başlıyor. Önce motoru hedef alıyorlar. Bottaki sığınmacılar durdurmaya çalışıyor, bildikleri kadar İngilizceyle anlatmaya çalışıyorlar: “Biz barışçılız, sığınmacıyız, Suriyeliyiz, Filistinliyiz.” Metal bir çubukla motoru kırıyorlar. Motoru deliyorlar, bot içinde insanlarla batmaya başlıyor.

Güvenlik güçleri ara ara sığınmacılara silah doğrultup bağırıyor. Önce erkekleri sığınmacı botundan sahil güvenlik botuna alıp dövüyor, kadınları şişme botta bekletiyorlar. Sonra herkesi alıp üzerlerindeki sahip oldukları her şeyi topluyor, el koyuyorlar; cep telefonları, para, alyans, kolye. Khaled telefonunu iç çamaşırının içine saklayarak kurtarıyor.

Bu sırada Khaled telefonunda bir şey arıyor: “Benim sadece kaburgam kırıldı, daha ağır darbe alanlar oldu” derken bir fotoğraf gösteriyor. Khaled’in üst bedeni. Kolları, göğsü, kaburgasının altı mosmor.

Bir süre sonra Yunan sahil güvenliği iki tane turuncu şişme bot getiriyor. Sığınmacılar sayıca çok olduğu için onları iki şişme bota bölüyorlar. Yine de botlar 10 kişi kapasiteli olmalarına rağmen her birine en az 16–17 kişi bindiriyorlar. Sığınmacılar sürekli durmalarını söylüyorlar hatta yalvarıyorlar. Çığlıkları, Khaled’in tabiriyle, yok sayılıyor.

Turuncu botlar büyük sahil güvenlik botuna uzun iplerle bağlanıyor, yeniden açık sulara götürülüyor ve denizin ortasında bırakılıyor. Ve Yunan sahil güvenlik botu geldiği yere geri dönüyor.

Bu şişme botların denizde hiçbir hareket kabiliyeti yok. Birçok sığınmacı yüzme bilmiyor. Botlar kolaylıkla su alıyor. Hemen hemen her botta çocuklar ve bebekler bulunuyor. Bu şişme botlar suya çok yakın ve özellikle gece karanlığında çok zor fark ediliyor. Donanımlı sahil güvenlik botlarının görüş açılarına bile sadece yaklaşık bir buçuk metre mesafeden girebiliyor. Bunlar gibi detayları düşünürsek insanlar bu botların içinde, açık denizde resmen ölüme terk ediliyor.

Caption gelecek buraya

Nitekim Khaled ve diğerleri de Türk Sahil Güvenliği gelene kadar tam 6 saat suda fark edilmeyi bekliyor.

“Bize yapılanlar insanlık dışıydı. Avrupa kıtasına geçtiğinde insana ve insan haklarına saygı olacağını düşünürdüm; en azından biz sığınmacılara insancıl yaklaşacaklarını. Ama Yunan sınırını geçtiğimiz andan itibaren gördüğüm… insanlık namına hiçbir şey yok, yani en azından bize yok.” diyor Khaled. Ve bu yolu ilk fırsatta neden yeniden denemek zorunda olduğunu anlatıyor:

Nişanlım ve ailesinin sığınma talebi Hollanda tarafından kabul edildi. Onlar şimdi orada. Sevdiğim insanla evlenmek istiyorum, çocuklarım, ailem olsun istiyorum. Ailemi bir bombalı saldırıda kaybettim benim başka ailem yok. Yasal yollardan başvuru yaptık ancak kabul edilmedi. Değerlendirmediğim daha iyi bir yol var mı?

Ülkesindeki savaştan kaçmadan önce hukuk fakültesini bitirmek üzere olan Khaled maruz kaldığı insanlık dışı uygulamalar için Yunanistan’a dava açtı. Ailesine ulaşmayı ve davanın bir etkisi olmasını umuyor.

O olaydan dört ay sonra…

Kadın sırılsıklam, ağlıyor. Hıçkırıkları arasında durmadan kucağındaki bebeğinden özür diliyor. Bebeğin yüzü ağlamaktan mosmor.

Bu bottakiler aslında Yunanistan’a ayak basmış sığınmacılar. Ancak uygulanması gereken hiçbir işlem uygulanmıyor; devletlerin, sınırlarına ulaşan kişilerin hukuki durumlarını belirleme sorumluluğu olmasına rağmen.

Grubun çoğunluğu Somalili. Önce polis tarafından alınıyorlar. İlk andan itibaren kötü muameleye maruz kalıyorlar; güvenlik güçleri bağırıyor, tehdit ediyor ve kadınları dahi tekmeliyor.

Faduma, Yunan güvenlik güçleri tarafından şiddete uğrayan kadınlardan biri. Yediği tekmelerden çok, üst aramasında uğradığı muamelenin etkisinde: “Üst araması tacizden daha kötüydü. Bize çok kötü davrandılar. Onlar insan değil. Öleceğimi bilsem bir daha asla onlara sığınmaya çalışmayacağım.” Arama sırasında insanların yanına alabildiği ne varsa el konuluyor, çocukların kıyafetleri dahil.

Sığınmacılar iki, üç saat kadar sahil güvenlik merkezinde bekletiliyorlar. Üstleri aranıyor. Daha sonra bir araçla yaklaşık üç saat yol gidiyorlar; tozlu, ıssız yollardan. Nerede olduklarını anlamadıkları bir yere varıyorlar; ortalıklarda kimsenin olmadığı bir yer. Oradan, bir sığınmacının savaş gemisine benzettiği bir gemiye bindiriliyorlar. Jamal “o gemiye bindiğimizde başımıza ne geleceğini anladım” diyor.

O gemi içinde de yaklaşık bir buçuk saat yol yapılıyor. Denizin ortasında şişme bir bota istifleniyorlar. Bir noktada bot batmaya başlıyor. İnsanlar çocukları boğulmamaları için havaya kaldırıyor, uzakta bekleyen sahil güvenlik botuna doğru bağırmaya başlıyor. Bir süre sonra sahil güvenlik geri dönüyor ve şişme botun bir tarafını kaldırıyor. Botun içindeki sığınmacılar kendi çabalarıyla suyu boşaltıyor. Ve birkaç saat sonra Türkiye sularına sürüklenen botu sahil güvenlik buluyor.

Yunanistan’daki mülteci kamplarının kötü koşulları ve geri itme olayları nedeniyle geçişlerin fazla olmadığı bir dönemde bile bu kadar sık yaşanan bu olaylara devlet politikası değil de sadece “münferit olaylar” diyebilir miyiz?

Aşılması çok güç engelleri aşarak bir insani korumaya kavuşacağını düşünen, bunun için ölümü göze alan bu insanlara, yasadışı yollardan geçen ve kurtulunması gereken “yükler” muamelesi yapmak ve bunlara “önleme operasyonu” demek herhangi bir yasal zemine oturtulabilir mi?

Gece saat 2:00. Rüzgar sert esiyor. Yunanistan’ın Samos Adası ile Ayvalık arasında açık denizde, turuncu şişme bir bot… Her dalgada sallanıyor; önce yukarı kalkıp sonra aşağı iniyor. Her inişte bot biraz daha su alıyor. İçinde yaklaşık 35 kişi. Saymak zor. Herkes iç içe. Bir süre sonra sayı 40’a çıkıyor. İkisi bebek beş çocuk beliriveriyor.

Benzer durum her gün birkaç kere yaşanıyor.

Bu bir gözlem yazısı; ya da Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis’in iddia ettiği gibi bir yanlış bilgi verme kampanyası da olabilir. Yazı, Ege Denizi’nde Ayvalık açıklarında geçen dört gündüz ve gecenin ardından gördüklerime ve dinlediğim sığınmacıların anlattıklarına dayanıyor. Konu Yunanistan’ın “push back” yani “geri itme” uygulamaları. Bu uygulamaların yeni başladığını söylemek tabii ki mümkün değil. Uzun bir süredir hâkim olan politika, “sınır kontrolünü sınırların ötesine taşımak.” Ancak “geri itme” uygulamalarının son dönemde daha agresif ve sistematik olduklarını söyleyebilir miyiz? Bu deneyimi yaşayan mültecilere göre “evet, söyleyebiliriz.”

Sahada geçen dört gün içinde her gün, günde en az iki vaka olmak üzere geri itme vakaları yaşandı. O sığınmacılarla buna birkaç ay önce maruz kalmış olanların anlattıkları fazlaca benzerlik gösteriyor.

Khaled ile Basmane’de, geri itilmeye maruz kalmış sığınmacıları ararken karşılaşıyorum. Çat pat Türkçesiyle bana söylediği ilk şey olayın tarihi: 13 Mayıs 2020.

13 Mayıs günü sabaha karşı 4:00 gibi Türkiye tarafından Yunanistan’a, Samos Adası’na doğru yola çıkıyorlar. Botta 35 kişi var. Türkiye kıyısından Samos Adası’nın arasındaki mesafe yaklaşık 32 kilometre. Khaled’in içinde bulunduğu botun adaya varmasına dört-beş kilometre kala önce üstlerinden bir uçak geçiyor. Khaled bu uçağın onları Yunan sahil güvenliğine ihbar ettiğini söylüyor. Ve sonrasında olaylar başlıyor. Uçağın geçişinden 10 dakika sonra büyük bir gemi Khaled’lerin botuna yaklaşıp saldırmaya başlıyor. Önce motoru hedef alıyorlar. Bottaki sığınmacılar durdurmaya çalışıyor, bildikleri kadar İngilizceyle anlatmaya çalışıyorlar: “Biz barışçılız, sığınmacıyız, Suriyeliyiz, Filistinliyiz.” Metal bir çubukla motoru kırıyorlar. Motoru deliyorlar, bot içinde insanlarla batmaya başlıyor.

Güvenlik güçleri ara ara sığınmacılara silah doğrultup bağırıyor. Önce erkekleri sığınmacı botundan sahil güvenlik botuna alıp dövüyor, kadınları şişme botta bekletiyorlar. Sonra herkesi alıp üzerlerindeki sahip oldukları her şeyi topluyor, el koyuyorlar; cep telefonları, para, alyans, kolye. Khaled telefonunu iç çamaşırının içine saklayarak kurtarıyor.

Bu sırada Khaled telefonunda bir şey arıyor: “Benim sadece kaburgam kırıldı, daha ağır darbe alanlar oldu” derken bir fotoğraf gösteriyor. Khaled’in üst bedeni. Kolları, göğsü, kaburgasının altı mosmor.

Bir süre sonra Yunan sahil güvenliği iki tane turuncu şişme bot getiriyor. Sığınmacılar sayıca çok olduğu için onları iki şişme bota bölüyorlar. Yine de botlar 10 kişi kapasiteli olmalarına rağmen her birine en az 16–17 kişi bindiriyorlar. Sığınmacılar sürekli durmalarını söylüyorlar hatta yalvarıyorlar. Çığlıkları, Khaled’in tabiriyle, yok sayılıyor.

Turuncu botlar büyük sahil güvenlik botuna uzun iplerle bağlanıyor, yeniden açık sulara götürülüyor ve denizin ortasında bırakılıyor. Ve Yunan sahil güvenlik botu geldiği yere geri dönüyor.

Bu şişme botların denizde hiçbir hareket kabiliyeti yok. Birçok sığınmacı yüzme bilmiyor. Botlar kolaylıkla su alıyor. Hemen hemen her botta çocuklar ve bebekler bulunuyor. Bu şişme botlar suya çok yakın ve özellikle gece karanlığında çok zor fark ediliyor. Donanımlı sahil güvenlik botlarının görüş açılarına bile sadece yaklaşık bir buçuk metre mesafeden girebiliyor. Bunlar gibi detayları düşünürsek insanlar bu botların içinde, açık denizde resmen ölüme terk ediliyor.

Caption gelecek buraya

Nitekim Khaled ve diğerleri de Türk Sahil Güvenliği gelene kadar tam 6 saat suda fark edilmeyi bekliyor.

“Bize yapılanlar insanlık dışıydı. Avrupa kıtasına geçtiğinde insana ve insan haklarına saygı olacağını düşünürdüm; en azından biz sığınmacılara insancıl yaklaşacaklarını. Ama Yunan sınırını geçtiğimiz andan itibaren gördüğüm… insanlık namına hiçbir şey yok, yani en azından bize yok.” diyor Khaled. Ve bu yolu ilk fırsatta neden yeniden denemek zorunda olduğunu anlatıyor:

Nişanlım ve ailesinin sığınma talebi Hollanda tarafından kabul edildi. Onlar şimdi orada. Sevdiğim insanla evlenmek istiyorum, çocuklarım, ailem olsun istiyorum. Ailemi bir bombalı saldırıda kaybettim benim başka ailem yok. Yasal yollardan başvuru yaptık ancak kabul edilmedi. Değerlendirmediğim daha iyi bir yol var mı?

Ülkesindeki savaştan kaçmadan önce hukuk fakültesini bitirmek üzere olan Khaled maruz kaldığı insanlık dışı uygulamalar için Yunanistan’a dava açtı. Ailesine ulaşmayı ve davanın bir etkisi olmasını umuyor.

O olaydan dört ay sonra…

Kadın sırılsıklam, ağlıyor. Hıçkırıkları arasında durmadan kucağındaki bebeğinden özür diliyor. Bebeğin yüzü ağlamaktan mosmor.

Bu bottakiler aslında Yunanistan’a ayak basmış sığınmacılar. Ancak uygulanması gereken hiçbir işlem uygulanmıyor; devletlerin, sınırlarına ulaşan kişilerin hukuki durumlarını belirleme sorumluluğu olmasına rağmen.

Grubun çoğunluğu Somalili. Önce polis tarafından alınıyorlar. İlk andan itibaren kötü muameleye maruz kalıyorlar; güvenlik güçleri bağırıyor, tehdit ediyor ve kadınları dahi tekmeliyor.

Faduma, Yunan güvenlik güçleri tarafından şiddete uğrayan kadınlardan biri. Yediği tekmelerden çok, üst aramasında uğradığı muamelenin etkisinde: “Üst araması tacizden daha kötüydü. Bize çok kötü davrandılar. Onlar insan değil. Öleceğimi bilsem bir daha asla onlara sığınmaya çalışmayacağım.” Arama sırasında insanların yanına alabildiği ne varsa el konuluyor, çocukların kıyafetleri dahil.

Sığınmacılar iki, üç saat kadar sahil güvenlik merkezinde bekletiliyorlar. Üstleri aranıyor. Daha sonra bir araçla yaklaşık üç saat yol gidiyorlar; tozlu, ıssız yollardan. Nerede olduklarını anlamadıkları bir yere varıyorlar; ortalıklarda kimsenin olmadığı bir yer. Oradan, bir sığınmacının savaş gemisine benzettiği bir gemiye bindiriliyorlar. Jamal “o gemiye bindiğimizde başımıza ne geleceğini anladım” diyor.

O gemi içinde de yaklaşık bir buçuk saat yol yapılıyor. Denizin ortasında şişme bir bota istifleniyorlar. Bir noktada bot batmaya başlıyor. İnsanlar çocukları boğulmamaları için havaya kaldırıyor, uzakta bekleyen sahil güvenlik botuna doğru bağırmaya başlıyor. Bir süre sonra sahil güvenlik geri dönüyor ve şişme botun bir tarafını kaldırıyor. Botun içindeki sığınmacılar kendi çabalarıyla suyu boşaltıyor. Ve birkaç saat sonra Türkiye sularına sürüklenen botu sahil güvenlik buluyor.

Yunanistan’daki mülteci kamplarının kötü koşulları ve geri itme olayları nedeniyle geçişlerin fazla olmadığı bir dönemde bile bu kadar sık yaşanan bu olaylara devlet politikası değil de sadece “münferit olaylar” diyebilir miyiz?

Aşılması çok güç engelleri aşarak bir insani korumaya kavuşacağını düşünen, bunun için ölümü göze alan bu insanlara, yasadışı yollardan geçen ve kurtulunması gereken “yükler” muamelesi yapmak ve bunlara “önleme operasyonu” demek herhangi bir yasal zemine oturtulabilir mi?

DÖN